19 Mart 2009 Perşembe

Anıl ÇEÇEN

1948 yılında Ankara'da doğdu. Ankara Koleji'ni ve AÜ Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. 1971'de avukatlık stajını tamamlayarak Türkiye ve Ortadoğu Enstitüsü'ne asistan oldu. 12 Mart dönemi İdari Reform Komisyonu'nda Merkezi İdare sekreterliği yaptı. Üniversite öğrenciliği yıllarından başlayarak Ulus, Barış ve Halkçı gazetelerinde araştırmacı ve köşe yazarı olarak çalıştı. 1970-1978 arasında arkadaşlarıyla birlikte aylık Adım Dergisi'ni yayımladı. 1972'de AÜ Hukuk Fakültesi'ne asistan oldu. 1974-1978 arasında Halkevleri Dergisi'nin genel yayın yönetmenliğini yaptı. 1972-1978 arasında Halkevleri Atatürk Enstitüsü Genel Sekreterliğini, 1975-1977 yıllarında Halkevleri 2. Başkanlığını, 1974-1978 arasında Unesco Eğitim komitesi sekreterliğini, 1976-1986 yılları arasında Sanat Kurumu Başkanlığını yürüttü. 1984 yılından başlayarak serbest avukat ve yazar olarak çalışan Çeçen, 1990'da Danıştay kararıyla üniversiteye döndü. Halen AÜ Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku öğretim üyesidir. Sayın Çeçen'in Bilim ve düşünce dergilerinde otuzdan fazla bilimsel araştırması yayımlanmıştır.




Osmanlı İmparatorluğu varken bölge uzun süreli bir istikrar ve güvenlik adasına dönüşmüştür. Osmanlı öncesinde de bölgede çok büyük bir alana yayılmış olan Selçuklu Türk İmparatorluğu'nun dünyanın merkezî alanına barış getirebildiği görülmüştür. Gerek Selçuklu gerekse de Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde, Ortadoğu ve Ön Asya topraklarına egemen olan bir Türk gücünün merkezî bir otorite olarak bölgedeki çeşitli alanları kedine bağlı kılabildiği görülmüştür. Büyük imparatorlukların geniş sınırlarıbölgeye yayılırken, dışarıdan bölgeye yönelen her türlü saldırı ve tehdit zaman içerisinde geri püskürtülebilmiştir.

Orta Asya ve Kafkaslar'daki Türk imparatorlukları olan; Harzemşahlar ile Hazar İmparatorlu-ğu'nun yıkılması, bu büyük devletlerin Türk kökenli insanlarının boylar ve kavimler hâlinde güney ve batıya açılarak Ortadoğu ile Ön Asya'nın alanlarına yayılmalarına yol açmıştır. Batıdan gelen devletlerin zaman içinde yıkılması, dünyanın merkezî coğrafyasında bir siyasal otorite boşluğu yaratmış, kuzeyden ve "doğudan bölgeye inen Türk kavimleri bu bölgenin yeni insanları olarak yepyeni bir toplum yapısı ile dünyanın merkezî coğrafyasına egemen olmuşlardır. Batılı devletler merkezden geri çekilirken, doğulu halklar merkezin yeni toplumunu kurmuşlar ve buna uygun bir devletleşme sürecini başlatmışlardır.

I. Dünya Savaşı öncesinden başlayan olaylarla Ortadoğu bir kargaşa dönemine girmiş ve birbirini izleyen iki dünya savaşı sürecinde hem batılı Hıristiyan emperyal güçler merkezî coğrafyaya egemen olmuşlar, hem de onları kullanan Yahudi ve Siyonist merkezleri önemli miktarda bir Yahudi nüfusu yeniden Ortadoğu'ya yönlendirmişlerdir. 20. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde bölgede artık bir yeni bir durum vardı: Ortadoğu halklarının büyük çoğunluğunu Müslüman olmasına rağmen, bu coğrafya batılı emperyal güçlerin çabaları ile parçalanmış ve parçalı yapının tam ortasında da Doğu Akdeniz kıyılarında uzanan yeni bir Yahudi devleti, dünya tarihînde üçüncü kez, oluşturulmuşlar. Batı'nın bir Yahudi devletini yeniden bölgede kurması üzerine, doğunun büyük gücü Sovyetler Birliği de İran topraklarında bir Kürt devleti kurmuş ama batılı emperyalistlerin baskıları ile bu devlet bir yıl içinde yıkılıp gitmiştir. Böylece bölgede Batı'nın egemenliği daha artmıştır.

Yenî dünya düzeni sürecinde merkezî alanın yeniden yapılanmasıyla ilgili değişik projeler öne çıkmaktadır: Avrupa. Amerika. İsrail, Rusya ve İran merkezli projelerin yanı Sıra bölgedeki Arap devletlerinin bir araya gelmesinden oluşacak olan ve Arap Birliği'ni hedefleyen büyük bîr Arap Konfederasyonu plânı da yavaş yavaş gündeme gelmektedir. Bölgeye Avrupa merkezli bakıldığa zaman Avrupa Birliği'nin bir kıtasal birlik olarak genişlemesi istenmekte ve bu doğrultuda, Atlas Okyanusu'ndan Ural Dağları'na kadar Büyük Avrupa kavramı dile getirilmektedir, Fransız milliyetçisi General de Gaulle, Amerika Birleşik Devletleri'ne kızdığı zaman. "Atlantik'ten Urallar'a kadar Avrupa" sloganını dile getirerek açıkça Amerika'ya karşı meydan okumuş ve bu doğrultuda Büyük Avrupa plânını açıklamıştır. Buna göre merkezi Avrupa'nın doğuya açılması; Balkanlar ve Kafkaslar'daki küçük ülkelerin yanı sıra Urallar'a kadar olan bölgede varolan Ukrayna, Rusya ve Türkiye'yi de parçalayarak eyaletler hâlinde sınırları kapsamına almak şeklindeki bir plânı içermektedir. Yâni Büyük Avrupa içerisinde merkezî ülkeler olan; Türkiye, İran, Suriye gibi üniter yapıların yer alması ancak eyaletler hâlinde parçalanmaları hâlinde mümkündür. Büyük Avrupa projesi bu çerçevede, küçük devlet modelinin Ortadoğu'ya taşınması anlamına gelmektedir. Anadolu yeni bir Balkanizasyon süreci ile Sevr haritası doğrultusunda parçalanarak Büyük Avrupa sınırları içinde" yer alabilecektir. Özetle, Türkiye'nin bugünkü büyüklüğü ile Avrapa Birliği'ne katılması Büyük Avrupa Projesi nedeniyle mümkün değildir.

Amerika Birleşik Devletleri'nin Büyük Ortadoğu Projesi ise, dünyanın merkezî alanını Avrupa ve Asya güçlerinin elinden almayı ve kendi egemenliği altında yeniden düzenlemeyi hedeflemektedir. Amerika da dünyanın merkezindeki devletlerin ülkelerini çok büyük görmekte, o nedenle bu ülkelerin Avrupa standartlarında küçük ülkeler hâline gelebilmesi için alt kimlikleri, cemaatleri, eyaletleri desteklemektedir. Büyük Ortadoğu Projesi Fas'tan Endonezya'ya yönelirken, dünyanın ortasında yer alan 22 Müslüman ülkenin sınırlarının değişmesi hedeflenmekte ve bu bölgedeki Müslüman devletlerin hemen hemen hepsinin küçük eyaletlere bölünmesi istenmektedir. Büyük Ortadoğu Proje-si'nde ABD, milletleri ve başkentleri dışlayarak sâdece bazı devletlerin ülkelerini arazi olarak ele geçirmeyi ve bu bölgedeki tüm petrol, doğalgaz, madem gibi zenginliklere el koymayı arzulamaktadır. Amerika'nın bu projesine gelecekte emperyalist saldırıya hedef olacakları ve bölünerek ABD sömürgesi konumuna sürüklenecekleri için bütün bölge ülkeleri açıkça karşı çıkmışlardır. Mısır ve Suudi Arabistan ilk günden böyle bir projenin Müslüman ülkelerde uygulanamayacağını dile getirmişlerdir. İran ile beraber diğer bölge ülkeleri de aynı doğrultuda karşı çıkmışlardır. ABD'nin bu emperyal projesine Türkiye de karşı çıkmak zorundadır, aksi takdirde Türkiye bugünkü yapısı ile ayakta kalamaz.

Eski Sovyet alanında yeniden egemenlik arayan Rusya ise, Sovyetler Bîrliği'ne dahil olan ülkeleri Orta Asya, Kafkasya ve Balkanlar üzerinde yeniden kendilerine bağlayabilmek için, "Bağımsız Devletler Topluluğu" diye bir yeni proje geliştirmiş ve bunun içine İran ile Türkiye'yi de dahil ederek kendisine bağlı bir Avrasya projesini gerçekleştirmeyi planlamıştır, Rusya eskiden kendi denetimi alanında olan bölgeleri "Yakın Çevre Doktrini" çerçevesinde yeniden kendine bağlamaya yönelirken; Bağımsız Devletler Topluluğu gibi bir gevşek konfederasyon modelini gündeme getirmek ve tüm Avrasya ülkelerini bu çatı altında kendisine bağlı kılmak istemektedir. Böylece Rusya, yeniden Avrasya'nın eskisi gibi egemeni olacak ve hiçbir biçimde Batılı emperyal güçlerin Avrasya'ya girmesine izin vermeyecektir. Kafkasya ile beraber Ortadoğu da Avrasya'nın alt bölgesi olarak bu yeniden yapılanmanın içinde yer alacaktır. İran ve Türkiye'nin yanı sıra Irak ve Suriye de parçalanarak eyaletler hâlinde Moskova merkezli bir Bağımsız Devletler Topluluğu alanına dahil olabilirler ve "böylece dünyanın merkez alanının kontrolü Rusların eline geçebilir. Bu proje Büyük Avrupa, Büyük Ortadoğu ve Büyük İsrail projelerine karşı çıkan bir kuzey egemenlik plânıdır.

Bölgeden iki bin yıl önce çıkartılan Yahudilerin yeniden Filistin'e dönmeleri üzerine gündeme gelen Büyük İsrail Projesi ise, kökleri üç yüz yıl öncesine dayanan eski bir plândır. Dünya Siyonist hareketi Siyon tepesini dünyanın merkezî, Kudüs'ü de başkenti hâline getirmeyi amaçlarken, günümüzdeki küçük İsrail üzerinden bölgeye yayılan ve bütün bölgeyi İsrail merkezli bir yeniden yapılanmaya sürükleyen bir girişim olarak ortaya çıkmıştır. İsrail'in kurulmasından sonra geçen yarım yüzyıl Ortadoğu'ya sürekli savaş getirmiş ve bu doğrultuda bütün bölge ülkeleri savaş ile teröre hedef olmuşlardır. Türkiye'de bir bölge ülkesi olarak Lübnan ve Kuzey Irak merkezli terör girişimlerine yıllarca hedef olmuş ve bu doğrultuda etnik bir bölünme senaryosu ile karşı karşıya kalmıştır. Bir ulus devlet olan Türkiye'nin karşısına bu dönemde Kuzey Irak üzerinden bir yeni etnik devlet yapılanması çıkartılmıştır. Böylesine bir dayatma ile Avrupa, Amerika ve İsrail destekli olarak karşılaşan Türkiye Cumhuriyeti, dost ve müttefiklerinin yeni Ortadoğu yapılaşmasında Türkiye ülkesinin bütünlüğünden vazgeçtiklerini geç de olsa anlamıştır. Büyük İsrail Projesi bölgenin eti küçük ülkesi olan İsrail benzeri küçük eyaletlerin Balkanizasyon süreci içinde Ortadoğu'da yaratılmasını hedeflemektedir. Irak'ın parçalanmasından sonra İran, Türkiye, Suriye ve Suudi Arabistan'ın da eyaletlere bölünmesi gündemdedir. Bu nedenle diğer bölge ülkeleri île beraber Türkiye bir araya gelerek kendisini savunmak zorundadır.

Gerek Büyük Avrupa gerek Büyük Ortadoğu gerekse de Büyük İsrail projeleri karşısına güçlü bir yapılanma ancak Merkezi Devletler Birliği kurulması ile mümkün olabilecektir.
Atatürk'ün Sadabat Paktı çerçevesinde İran ile Türkiye bir araya gelmelidir. İran ile Türkiye tarihte Selçuklu İmparatorluğu döneminde tek bir devletin çatısı altında bir arada yaşadıkları için o dönemin anısına böyle bir birlikteliğe "Yeni Selçuklu Vizyonu" denilebilir. Selçuklu İmparatorluğu dö- nemindeki gibi İran ve Türkiye bir araya gelerek birlikte hareket etmeleri ve Azerbaycan ile Suriye'nin de bu ittifaka Selçuklu İmparatorluğu döneminde olduğu gibi katılması Yeni Selçuklu Vizyonu'nun temelini teşkil etmektedir.

Yeni Selçuklu Vizyonu ile bir araya gelecek Türkiye, İran, Suriye ve Azerbaycan tıpkı Bağımsız Devletler Topluluğu gibi bir bölgesel konfederasyonla yönetilecekler, birbirlerinin rejimlerine ve iç işlerine karışmayacaklar, eskisi gibi bağımsız devlet olarak yaşayacaklar ama dışarıya ve bölgeye yönelecek emperyal saldırılara karşı bir araya gelerek kendilerini bir ortak savunma çatısı altında daha güçlü hâle getireceklerdir. Merkezî Devletler Birliği çalısı altında gerçekleşecek bu birliktelik, tıpkı eski Selçuklu İmparatorluğu döneminde olduğu gibi dört ülkeyi içine alacak ve bu ülkelerin devlet güçlerinin bir araya gelmesi ile dünyanın diğer büyük güçlerinin bölgeye saldırılarım önleyebilmek üzere yeni bir merkezî savunma örgütü, eski CENTO gibi, kurmalarıyla gelişecektir. Petrol, doğalgaz ve maden coğrafyası üzerinde kurulu bulunan bu devletler, batılı ve doğulu emparyal güçler tarafından saldırı ya da işgale hedef olmamak için kesinlikle bir araya gelmek, birleşmek ve birleştirdikleri devlet güçleri ile dünyanın merkezî alanındaki otorite boşluğunu doldurmak zorundadırlar. Bunu başarabilirlerse o zaman doğulu ya da batılı emperyal güçler dünyanın merkezini ele geçirme operasyonuna kalkışamayacaklardır. Çin, Rusya, Hindistan, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri gibi kıtasal büyüklükte bir büyük güç, dünyanın merkezî alanında ancak Yeni Selçuklu Vizyonu ile oluşturulabilir. Selçuklu'nun Türkleri getirip yerleştirdiği dört ülke olan Türkiye, İran, Azerbaycan ve Suriye böylesine bir vizyonla hareket edebilirlerse, eski Selçuklu hinterlandına bölgesel bir konfederasyon olarak Merkezî Devletler Birliği adlı bir güçlü yapılanma kurulabilirse bölge istikrara kavuşabilir. Yeni Selçuklu Vizyonu dünyanın merkezi bölgesinde Merkezi Devletler Birliği Konfederasyonu'nun kurulmasına giden kapıları açacaktır. Böylece bütün emparyal projeler devre dışı kalacak, merkezdeki devletler birleşerek kendilerini koruyabileceklerdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder