20 Mart 2009 Cuma

Ali ihsan KARAHASANOĞLU

İstanbul 1962 doğumlu. Fatih İmam Hatip Lisesi ve İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu. Bir süre serbest avukatlıktan sonra Beklenen Vakit Gazetesi sorumlu müdürlüğü yaptı. Halen Vakit Gazetesi hukuk müşaviri ve yazarı.

Yeryüzünün hangi köşesine gitseniz, göreceğiniz; Müslümanların horlandığı, sömürüldüğü, hatta katledilip yaşama hakkının bile elinden alındığı gerçeğidir..

İşte, önümüzde Afganistan örneği.. Dağ-taş demeden bombalanan, düğün evlerinin bile uçaklardan atılan bombalarla ateş topuna döndürüldüğü bir İslâm toprağı..

İşte Filistin örneği.. Her gün birkaç çocuğun öldürüldüğü, yetişkinlerin öldürülmesinin hiç dikkate bile alınmadığı Filistin topraklarındaki çaresiz kardeşlerimiz..

İşte Irak örneği... Camilerin bombalandığı, camilerin içindeki Müslüman kardeşlerimizin yaralı ve silahsız durumda olmalarına rağmen kafalarına kurşun sıkılarak öldürüldüğü bir dünya...

İşte Cezayir örneği.. Dışardan güdümlü darbecilerin yönetiminde, kendi vatandaşlarını öldüren bir sistem...

İşte Çeçenistan örneği.. Bir yandan Rusya'ya karşı, bir yandan da Rusya'nın kuklası konumundaki kendi içinden çıkan yöneticilere direnen, bağımsızlık için mücadele veren

Çeçenlerin dramı..
1.5 milyara yaklaşan bir İslâm topluluğuna böyle bir tablo yakışıyor mu?
Kimyasal silah bulunduğu bahanesi ile Irak'a girilip, Müslümanların toprakları işgal edilirken, diğer 1 milyarı aşan Müslüman topluluğun, elinden bir şey gelmeyen çaresiz insanlar gibi olup bitenleri seyrettiği bir tablo bize yakışıyor mu?...

Kardeşlerinin katledilmesini seyredip, bir yandan da işgali gerçekleştirenlere (işgalcilerin mallarını satın alarak) çoğu kez de farkına varmadan destek verdiği bir tablo, bize yakışıyor mu?
Halkı Müslüman olan onlarca ülke bulunmasına rağmen, kendi içimizden çıkan Kıbrıs'ta kurulmuş Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanıyan Türkiye dışında tek bir ülke olmadığı tablo bize yakışıyor mu?

Tabii ki, bu tablo hüzün dolu... Bu tablo acı dolu.. Bu tablo gözyaşı dolu..

Görünen o ki; yeryüzünün her köşesinde Müslümanlar eziliyor, sömürülüyor, çile çekiyorlar..
Tüm bu şartlar altında, aynı inanç, aynı değer bilinci, aynı tarih ve kültür birikimine sahip insanların, içinde bulundukları bu mahzun durumu değiştirmek için birlik oluşturmalarından, birlikte hareket etmelerinden, haksızlıklara karşı yek vücut olmalarından daha doğal ne olabilir?

"Daha doğal" nitelemesi yetersiz; "daha zorunlu" ne olabilir?

Şarkta bir müminin ayağına diken batsa, garptaki müminin rahatsız olması gerektiğini emreden bir inancın ve bu inancın gereği olan hassasiyeti sürekli canlı tutacak "birliği " öneren dinin mensupları değil miyiz biz?

Niçin bu bölünmüşlük, niçin bu paramparçalık...

"Üç kişi yola çıksa, aralarında birisini lider seçsinler" buyuran bir Peygamber'in ümmetinin, bugünkü "baş"sız ve birbirinden kopuk içler acısı hali, aslında kendisine emredilen talimata aykırı davranışının bir sonucu değil mi?

Peki, somut olarak ne yapılmalı?

Yapılması gereken; farklı düşüncelere, ayrıntılardaki farklılıklara rağmen, İslâm'ın temel şartlarında buluşup, tüm dünya üzerinde İslâm birlikteliğini sağlamak..
Şarktaki Müslümanın da, garptaki Müslümanın da sahipsiz olmadığını tüm dünyaya ilan etmek..
Bunun için de, bu muazzam birliği daha önce sağlamış Osmanlı deneyiminden yararlanmak..


Yavuz Sultan Selim örneğindeki gibi, kendi ırkını, kendi liderliğini, üstünlük aracı olarak görmeyen, bilakis Müslümanların birliğine hizmet edebildiği ölçüde üstünlüğün elde edilebileceğine inanan bir anlayışdan hareket etmek...

Hatırlayacaksınız müthiş ifadeyi... Yavuz Sultan Selim Mısır'a geldiğinde, Melik Müeyyed Câmii'nde okunan hutbede kendisi "Hâkimü'l Haremeyni'ş Şerifeyn" unvânı ile zikredilir... Yavuz Sultan Selim, "Mekke ve Medine'nin Hâkimi" unvanını kabul etmez, "Ben ancak, 'Hâdimü'l Haremeyni'ş Şerifeyn'im (Mekke ve Medîne'nin Hizmetçisi)" der.. Mübârek makamlara hürmeten, kendisine layık görülen unvanındaki, hükmeden anlamındaki "Hâkim" kelimesi yerine, hizmetçi mânâsındaki "Hâdim"i getirtir... Bunu belirtmek için de sarığının üstüne süpürge biçiminde sorguç takar!
İşte bu yaklaşımla liderliğe talipli insanların önderliğinde, tüm Müslümanların birlik oluşturması...
Amaç, bugünkü yapılanmaların üstünde, tüm Müslümanların birliğini oluşturacak, uluslararası arenada Müslümanların haklarını savunacak bir devletler arası birlikteliğin sağlanması olmalıdır..
Belki bu sayede, 5 milyonluk İsrail'in, tüm Arap âlemine kafa tutuşu önlenebilir.
Belki bu sayede 260 milyonluk ABD'nin 1.5 milyarlık İslâm âlemi önünde cami içinde silahsız Müslümanların kafasına kurşun sıkması önlenebilir.
Belki bu sayede, Türkiye'nin tüm üyeleri Hıristiyan olan AB önündeki çaresiz bekleyişi sona erebilir!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder