21 Mart 2009 Cumartesi

Ahmet YÜTER

İlahiyatçı. 1963'de Merzifon'da doğdu. 23 yıldan bu yana hem din görevlisi olarak, hem de gazeteci-yazar olarak bütün insanlara hizmet vermektedir. Camisinin kürsüsünü "Kürsüden Akademik Sohbetler" platformuna dönüştürdü. Halk ile aydınları camide buluşturdu. Dünya görüşü farklı, toplumun önünde farklı hizmet alanlarında söz sahibi 100 ü aşkın insanla röportajlar yaptı. Yazı ve şiirleri muhtelif bir çok mahâlli ve ulusal basın organlarında yayınlandı. "Zulmetten Nûra" isimli ilk piyesini yazdı ve arkadaşlarıyla oynadı. Sosyal ve kültürel faaliyetlere yöneldi. Program yönetmenliği yaptı. Yayınlanmış muhtelif konularda 15 tane eseri bulunmaktadır. Halen SUR Dergisinde yazıyor ve röportajlarına devam ediyor.

TÜRK-İSLAM BİRLİĞİNİN EHEMMİYETİ ÜZERİNE

Güçlü, kuvvetli ve istikrarlı bir toplum, daima birlik ve beraberlik içinde olan toplumdur. Sine ve simasında bölünüp, parçalanma, nifak, şikak dahili ve harici husumet tohumları bulunduran toplumların ne kuvveti, ne de hayatiyeti kalır. Çok çabuk dağılarak inkıraza maruz kalır. Sonuç itibariyle, hür bir toplum olma özelliğini yitirir, hakimiyyetini kaybeder, mahkumiyetin ve esaretin zincirleri boynuna takılır. Her zaman ve her fırsatta itilir, kakılır. En sonunda da tarih sahnesinden silinerek yok olur gider. İnsanlık tarihinin sahifeleri satır satır aralandığında yüzlerce, binlerce böyle nice acı örneklerin var olduğu görülecektir.
Toplumu böylesine ölümcül zafiyet ve yok oluşa götüren amiller:

-İhtilafların körüklenmesi,
-Tefrikaların oluşturulması,
-Fakru zaruretlerin artırılması,
-Karışıklıklara meydan verilmesi
-Dini ve akidevî münakaşaların üretilmesi
Tarihimizin derinliklerine şöyle bir baktığımızda meselâ Endülüs Emevi devletinin ve Osmanlı devletinin akıbet sebeplerini yukarıda madde madde tesbit ettiğimiz amiller yüzünden tarihi süreçlerini tamamlamak zorunda kaldıklarını müşahade etmekteyiz.

Günümüzün iç ve dış dünya şartlarını dikkate almak zorundayız. At gözlüğüyle dolaşamayız. Özellikle şer güçler ve ideolojiler Türk-İslam topluluklarına karşı yekvücud olmuş durumdadırlar. Hal böyle iken bizler uykudayız, uyuşturulmuşuz. Düşünmeyen, araştırmayan, okumayan insanlar haline getirilmişiz.

Asıl ve geçerli güç İlahi kaynaklı BİLGİ'dedir. Ama biz bilgiden uzak bırakılmışız. Artık aslımıza dönmeliyiz. Artık kendimizden başka nokta-i istinadımızın olmadığına inanmalıyız. Batı ve Avrupa habire kendi aralarında birlik ve beraberlik için hiçbir fırsatı kaçırmamaktadırlar. Batı'nın ve Avrupanın yegâne derdi ve tasası tarih boyunca olduğu gibi, bugün ve yarın da bütün teknik imkanlarını, bütün güç kaynaklarını kullanarak çeşitli entrika ve oyunlarını çeşitli tecavüzkâr fiiliyatlarını, devam ettirebilmekdir.

Bu düşüncelerini hayata geçiriyorlar ve bu mevzuda hızla ilerliyorlar. Buna karşılık Türk-İslam milletleri ise madden ve manen paramparça edilmişler, siyasi, iktisadi ayrılıklarla darmadağınık olmuşlar. Bu da yetmiyormuş gibi kendi aralarında bile şiddetli husumet içinde; hiziplere, partilere, gruplara bölünmüşler, aklaziyan, vicdanı yaralayıcı, imanı yıpratıcı izahı pek çok zor çetin bir gaflet ve dalaletin sefil bir ruh haletine bürünmüşler.
Yani hal-i pür melâlimiz bu minval üzere! Çare yok mu? Ümitsizliğe gerek var mı? Hayır! Çünkü Türk-İslam milletleri inanıyorlar, ideal sahibi insanlar. Ancak inançlarını ve ideallerini hayatlarına geçirememelerinin ızdırabını çekiyorlar. Hak ve hakikate yöneliş uzak değil.

YEGANE ÇARE

1- "Küfrün tek bir millet" olduğu hakikatine inanmalıyız.
2- Türk-İslam mefkuresinin menfaati söz konusu olduğunda siyasi müttefiklerimizin hemen düşman saflarında yer alıverdikleri gerçeğini gözardı etmemeliyiz.
3- Türk-İslam milletleri olarak aramızdaki ihtilaflara, ayrılıklara, bölünmelere asla yer vermemeliyiz.
4- Sayılamayacak kadar çok düşmanımızın olduğu hakikati karşısında tek kurtuluş ümidimizin ittifak bereketiyle, İlahi yardım iklimiyle, Tevhid kalesine iltica ederek yeniden dünya insanlığını huzura, sükuna, saadeti ebediyeye hazırlama vazifesi girişimlerinde bulunmalıyız.
5- Mutlaka ilimde, bilimde, ticarette, sanatta, siyasette, her türlü müsbet işbirliği içinde hareket etmek zorundayız.
Bunu teşekkül ettirebilmek için;
- Allah için birbirimizi sevmeliyiz, Allah için buğzedilmesi gerekenlere buğzetmeliyiz.
- Birbirimize karşı mülayemetle, yani hoşgörü ve tatlılıkla davranışlar ve diyaloglar içinde olmalıyız.
- Hak ve hakikatlerle iktifa etmesini bilmeliyiz.
- Yapıp ettiklerimize güvenmemeliyiz.
-İhtiyatı, tedbiri, temkini elden bırakmamalıyız.
- Her ne suretle olursa olsun birbirimize karşı küfürlü olmamalıyız, birbirimizin aleyhinde bulunmamalıyız.
- Affedici, insaflı ve itidallı olmalıyız.
- Kur'an'a ve Sünnete aykırılık içine düşmemeliyiz.

Netice itibariyle Türk-İslam Birliğini istemek, anlamak, anmak, aktarmak, yaşamak ve yaşatmak dini ve milli en mühim vazifedir, vecibedir, bu böyle bilinmelidir. Şimdi şu hüküm ve kurallara, yol ve yöntemlere, ışıklı prensiplere kulak verip dikkat kesildiğimizde bu hakikatin böyle olduğu açıklıkla anlaşılacaktır. İşte İlâhi hükümler:

"- Ey iman edenler, Allah'a ve O'nun Rasûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider." (Enfal 8/46).

"- Hep beraber Allah'ın ipine sımsıkı sarılın. Sakın birbirinizden ayrılıp dağılmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinizin düşmanları idiniz de O, kalplerinizi (İslâma ısındırıp) birleştirdi." (Âl-i İmran; 3/103)

Bir de Resûlüllah (s.a.v.)'ı dinleyelim:

"- Münakaşayı terkediniz, zira İsrailoğulları (bu yüzden) 71 fırkaya, nasraniler 72 fırkaya ayrıldılar. Ümmetim ise 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunların bir kısmı müstesna hepsi de dâlâlet üzerindedir." (Talat Koçyiğit; Hadisçilerle Kelâmcılar Arasında Münakaşalar Ankara 1969, s. 225-26)
"-Sizden biri kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş olamaz." (Buhari, Nikâh, 1, Müslim, Nikâh, 5)

Prensiplere gelince:
- Ruh kökümüz adalet olmalıdır,
- Ruh kökünün yegane tatbikçisi ilmiyle amil, mükemmelleşme yolundaki insan olmalıdır. İnsan ise zaten kainatın meyvesidir. Halifetullahdır.
- Ruhunun tecessüs pınarlarına beyin yorarak, sönmüş, pörsümüş, beşeri ideolojilerden sıyrılmış, İslâm medeniyetinin ve Türk güzelliğinin hakikatine ermiş insanlar ile kucaklaşılmalıdır.
- Dini ve siyasi hizipleşmelerden uzaklaşanlardan olunmalıdır.

- Dünya ve Türkiye Müslümanları idrak ve inanç uyanışı içinde olarak, hak ve hakikat tılsımlarıyla donanımlı olmalıdırlar.
-Allah'ını ve Sevgilisini seven, birbiri üzerine "Tevhid ekseninde" titremeli ve kendine dönmelidir.
- Birliği temsil edenlerin sayısız dallara ayrılan siyasi iklimleri, bir tek gövdede birleşebilmellidirler. Yani tam teslimiyete ait İahi soluklu usul ve metodlara sahip olmalıdırlar.
Çare ve çözüm budur, fakat üstüne basarak yine söylüyorum ki;
Türkiye'nin ve dünyanın bütün Müslümanları eğer samimane, halisane, Türk-İslam birliğine talip iseler, bunun için böyle bir iman, inanç, aşk, hoşgörü ve iştiyak ile yüreklerini ve gönüllerini ortaya koyabilmelidirler.


Vesselâm.